Her sene üniversiteyi kazanıp üniversiteye yerleşen öğrencileri konuşuruz. Her yıl uygulanan testlerin önceki yıllardaki testlerle aynı özelliği aynı hassaslıkta ve istenilen derecede ölçebildiğine inanırız. Oysa ÖSYM’nin uyguladığı testlerin her yıl aynı özellikleri ölçmeye devam ettiği henüz gösterilebilmiş değildir. Bu konu test eşitleme olarak bilinir ve maalesef ülkemizde önemsenen bir konu değildir. Birbirine eşit olmayan testlerle her sene aynı kararı almaya çalışmak ne kadar anlamsız bir durum bunu günlük hayattan bir örnekle açıklamaya çalışalım:
Her sene kontrolü gereken bir hastalıktan dolayı doktora gittiğinizi düşünün. Önceki yıl yaptırdığınız tahlillerin hastalığın geçtiğine karar verdirdiğini ama bu sene yaptırdığınız tahlilin hastalığın yeniden nüksettiğini söylediğini hayal edin. Fakat doktor diyor ki: “Geçen sene tahlil yapan cihazla bu sene tahlil yapan cihaz aynı değil. Hatta bu cihazların hastalık var ya da yok dediği sınırlar da birbirine benzemiyor olabilir.” Böyle bir durumda ilk soracağınız soru şu olurdu: Peki hangisine güveneceğiz?
İşte şu anda ülkemizdeki geniş ölçekli sınavlar da böyledir. Hangi yıldaki sınavlar daha iyi. Her sene iyi sınav mı yapılıyor. Geçen sene 100 net ile bu bölüme giriliyordu bu sene 70 net yeterli oldu. Bu seneki 100 net geçen seneki 70 nete eşdeğer bilgi mi? Bu bölümde okuyacak öğrenci gerçekte ne kadar bilgi sahibi olmalı? Her sene sınavın kalitesi değişiyorsa bir kalite ölçüsü var mı? Bu seneki sınavın kalitesi hangi derecede? Aday geçen sene girse şansı daha yüksek olur muydu?
Bunlar sorulabilecek sorular. Peki bu sorulara cevaplar var mı? Elbette bu soruların hepsinin matematiksel hesaplamalara dayalı ikna edici cevapları var. Fakat bu cevaplar için gereken akademik çalışmalar ya henüz yapılmış değil ya da üniversitelerde yapılan tezlerde veya sadece alan uzmanlarının anlayacağı dillerde yazılmış makalelerde yer alıyor.
Üniversitelerdeki öğretim üyelerine sorarsanız her sene gelen öğrenci kalitesi giderek düşüyor diyeceklerdir. Bu aynı zamanda her sene üniversitelerden mezun olan öğrenci kalitesi de düşüyor demektir. Daha az anlama kapasitesine sahip öğrenciye daha az bilgi anlatan bir sistemle karşı karşıyayız.
2019 yılında Adaylar 40 Türkçe sorusunun 18.35’ini doğru yanıtlayabilmişlerdir. Yani anlamaları beklenen Türkçe’nin yarısından azını anlayabilmektedirler.
Yine 2019 yılında Adaylar 20 Sosyal Bilimler Sorusunun 8.33’ünü doğru cevaplayabilmişlerdir. Tarih ve Akıl yürütme içeren bu soruların yarısından azına doğru yanıt verebilmişlerdir. Asıl ilginç istatistikler şimdi başlıyor:
En düşük puanla girilebilen 4 yıllık bir lisans programına 197.14 puan ile girilebiliyor. Bu puan için gereken net sayısını belirlemek çok zor. Fakat örnek bir puan ile karşılaştırma yapabiliriz.
TYT sınavında Türkçe sınavında 40 soruda 26 doğru, Sosyal Bilimler sınavında 20 soruda 16 doğru, Matematik Sınavında 40 soruda 25 doğru, Fen Bilimleri sınavında 20 soruda 5 doğru cevabı bulunan bir aday 325.71 puan alabiliyor. Bir başka ifadeyle sırasıyla %65, %80, %62.5 ve %25 yeterliliğe sahip bir aday 325 puan gibi bir puan alabiliyor. Şimdi 197 puanın nasıl bir yeterlilik içerdiğini hayal etmeye çalışın. Bu adayların diplomalarında meslek yapabilme izni bulunacak.
Testlerin ölçmek isteneni ölçebilme becerisi önemli bir sorun fakat eğer YKS biraz olsun ölçüyorsa, seçtiğimiz öğrencilerin gerçekte pek çok yeterlilik bakımından nerede olduğunu somut olarak görüp bir kez daha değerlendirmekte fayda olabilir.
Leave a Reply